Düğünümüzün olduğu gün benim hayatımdaki en özel günlerden biriydi. Gerçi öyle olmasa da hamile bir eşiniz varken aksini söylemeniz mümkün değil.
Benim için düğüne dair en önemli şey fotoğrafçı ve fotoğraflardı. Kadınlar için elbette gelinlik gibi çok önemli bir kalem de var. Ben kıyafet konusunda rutinin ve tutuculuğun sözlük tanımı olduğum için takım elbiselerimi hep aynı markadan alıyorum. Damatlığımı almak için de aynı mağazaya gittim ve damatlık işini bir seferde hallettim. O yüzden düğüne dair en ince eleyip sık dokuduğum şeyin fotoğrafçı olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Gerçekten bu kadar ince eleyip sık dokuduğum için mi yoksa şansım mı yaver gitti bilmiyorum ama çok içime sinen bir fotoğrafçıya denk geldik. Fotoğraflarımızı o çekti. Hem işinden hem de insanlığından o kadar memnun kaldık ki, dostluğumuz sonra da devam etti. Bu arada aramızda kalsın ama fotoğraf işini o kadar sevdik ki düğün günü çekim yaptırdıktan 1 hafta sonra tekrar aynı hazırlığı yaptık ve bir gün daha çekim yaptık fotoğrafçımızla.
Her işi profesyoneline bırakmak benim için önemli. Fotoğraf da buna dahil ancak Melina doğduktan sonra sürekli yanımıza bir fotoğrafçı ile yaşama şansımız olmadığı için bu işe bir el atmaya karar verdim. Araştırdıkça öğrendim ki fotoğrafçılık işi teknik bilgi gerektirdiği gibi bir o kadar da pratik gerektiriyor. Hatta fotoğrafçılar arasında ünlü bir deyişi de bu sırada öğrendim. “En kötü fotoğrafınız ilk çektiğiniz 10.000 fotoğraftır.”
Öncelikle teknik bilgi için en büyük kaynak inanması güç olsa da youtube. İnternet üzerinden ücretsiz ulaşılabilecek kaynaklar sınırsız. Bir yandan işin tekniğini öğrenirken bir yandan da ekipman arayışına giriştim. İyi fotoğraflar çekmek uzun zamandır istediğim bir şey olduğu için güvenebileceğim iyi fotoğraf ekipmanları edinip pratik yapmaya başladım.
Taşıma kolaylığı açısından aynasız diye tabir edilen fotoğraf makinelerinden almaya karar verdim. Son dönemde aynasızlar hızla yayılmaya başladı. Bunun sonucu olarak hem çeşitlilik arttı, hem de fiyatlar düşmeye başladı.
Öncelikle fotoğraf makinesinin seçiminde biraz duygusal davrandığımı itiraf etmeliyim. Birbirine yakın özelliklerde olan bir kaç makine vardı ve ben gözüme en güzel gözükeni, baktığımda “Bunu gittiğim her yere götürürüm” diye düşündüreni seçtim. Retro görüntüsüyle Olympus OM-D M10 diğerlerinin önüne geçti.
Sonrasında ihtiyaç duyacağım lensleri araştırmaya başladım. Dış mekan çekimleri için iyi bir portre lensi olduğu için Olympus’un 45mm f/1.8’ini; çok amaçlı bir lens olduğu için de yine Olympus’un 25mm f/1.8’i ilk tercihlerim oldu. Bunlarla ilgili tekniğimi geliştirmek için uzun süre yemek fotoğrafları çektim. Bunlarla pratik yaptıktan sonra iyi bir zoom lens ihtiyacım olduğunu farkettiğim için yakın zamanda yine Olympus’un 12-40 f/2.8 lensini aldım. Bu lensi alırken amacım lens değiştirmeye gerek kalmadan bir çok işimi halletmekti.
Fotoğrafları çekme işi hallolduktan sonra çektiğim fotoğraflar dijital ortamda yitip gitmesin, eski alışkanlıklarımız da devam etsin diye düşünerek Canon’un Selphy 910 ev tipi baskı makinesini aldım. Bence ev kullanımını düşünen ve kartuşla tonerle uğraşmak istemeyenler için çok pratik bir cihaz.
Fotoğrafçılığa bu kadar yatırım yapmış, iki kez de fotoğraflarını kaybetme travması yaşamış birinin neden fotoğrafları nerede saklayacağını düşünmeye başladığını sanırım şimdi anlamışsınızdır.
Hadi Melina, gel de biraz bebek fotoğrafçılığı çalışalım…
Not: Fotoğrafçımızı merak edenler http://www.sabripesmen.com adresinden kendisine ulaşabilir.
Selam Taylan,
Blog’unu yeni gördüm, sempatik geldi 🙂 Takipte olacağım. 12-40 f/2.8 hayırlı olsun ayrıca, güzel seçim.
Allah analı babalı büyütsün, vatana millete hayırlı bir evlat yetiştirebilmek dileğiyle…
BeğenBeğen